Posts By

Aykut Hocaoğlu

The Superpower of Startups: Effective Presentation

The most important but hardest thing for a startup is to acquire customers. Perhaps the most painful process of this challenge is finding the first customer for early-stage startups. Open innovation studies of corporate companies, which have been intensifying recently, are an important opportunity for startups to do business with corporate companies at an early stage. Corporate companies can apply different programs and methods in startup collaborations. The most common methods are running acceleration and incubation programs, investing in startups by establishing corporate venture capitals (CVC) or participating in existing funds. Another method that we have seen more frequently nowadays is to try startup products with PoC first and then run the purchasing process for being a client of them. The companies that do this usually aim to realize their technological transformations and strengthen technical infrastructure. In this context, we see that corporate companies and startups organize numerous introductory meetings and come together with informative presentations (startups present their pitch decks).  There are important points to be considered for these presentations to be successful. I wanted to collect my observations in this article because there are problem areas that we often encounter.  

This article is not generally suggestion for effective presentations. It was written for startups should pay attention in the introductory meetings in order to sell products to corporate companies and to develop business together.

  1. Presentation plans should be made very well. One of the most problematic areas (even experienced entrepreneurs) we encounter is time management. Be careful not to spend half the presentation time telling about the history of the company, trying to explain past projects, giving information about different products, and talking about experiences with old customers.
  2. The presenter should be chosen correctly. Before the meeting, it is useful to learn;
    • Who will attend the meeting from the company
    • Company’s expectations from the presentation
    • And determine the person who will make the presentation according to these points.
  3. If the detailed technical specifications of the product will be discussed in the presentation, the technical officer of the team should make the presentation or be ready in the meeting. But, if it is the first meeting, the presenter should have high communication skills, understand product / market / customer / value proposition / competition issues well and can convey them well.
  4. You can have a very good product, but if you cannot convey it to others, unfortunately, the probability of failure increases. An experienced and highly motivated team, which is one of the most important issues for both investors and customers, is the most important factor for startup success.
  5. One of the problems we frequently encounter in the presentations made by technically based people (mostly academic entrepreneurs) is that they do not have a command of the market, competition, business model etc. Even more problematic issue is that they do not care about these. In order to get audience attention, you need to know the dynamics of the industry you are addressing i.e. the legal requirements, certification / approval processes, without forgetting that the audience is your potential customer.
  6. When talking about technical issues, the details shouldn’t be explained as if making a thesis presentation.
  7. You are expected to have information about the company you are presenting, identify their needs and problems in advance, and explain how and where your product can be used in the company.
  8. Your personal interest, hobbies, adventures, enthusiasm, thoughts other than the subject of presentation cause you to waste your time, you are expected to be careful not to go too far outside the subject.
  9. The excitement, passion and motivation in your presentation will keep the interest of the audience at the highest level. People with low presentation performance, those who speak with low voice and motivation in the presentation are less likely to receive positive feedback.

The issues I have listed above are of course not indispensable, neither the 10 golden rules of success, nor the path to the contract in 5 steps. These are my observations on the most prominent problems from the presentations that I have experienced so far.

With this article, my aim is not to bring customers to startups, but to increase the probability of gaining customers with their presentations or to minimize the possibility of losing customers.

I hope that will be useful 😊

“Kuş gibi özgür” mü acaba?

Hapishanede geçen bir film sahnesi düşünün, filmin esas oğlanı hapishanenin duvarları kendi boyunun 5 katı olan orta bahçede volta atıyor. Bir an duruyor ve başını kaldırıyor yukarı. Güneş alıyor gözünü. Elleriyle gölgelik yapıyor gözlerine, alnına koyarak. Sonra bir parça bulutun arkasına gizleniyor güneş. Bu sırada gözleri kamaşmış, işaret parmaklarını ortadan ikiye kıvırıp ovalıyor gözlerini. Hava açık, gök mavi. Kuşlar görüyor sağa sola kanat çırpan, nispet yapar gibi takla atan, iç geçiriyor adam, önce kuşların hareketine dalan gözleri ve sonra hayaller. Yönetmen bağırıyor o sırada kestiiiiiiiik. Tam da istediği gibi oldu sahne; tutsak adam, taklacı kuş ve özgürlüğü tepedeki kuşların kanatlarına yükleyen bakışlar.

Hapishanede geçen filmlerden konu açılmışken Türk Sineması’nın bence iki önemli baş yaptı Tatar Ramazan ve Uçurtmayı Vurmasın’lara emek verenlere de selam olsun.

Yönetmenlerin en sevdiği özgürlük imgesi, şairlerin en sevdiği benzetmelerden biri, günlük hayatta özgürlükle ilgili en sık kullandığımız cümlelerden biri “kuş gibi özgür olmak”. Hiç düşündünüz mü kuşların özgürlüğünü? Özgür olup olmadıklarını ya da kuşları neden özgür olarak gördüğümüzü?

Kuşların özgür olduğunu düşünmemiz ya da düşünmeden kabul etmemiz, kuşların hareket alanına müdahale edemediğimizden mi acaba? Onların hareket alanlarında istediğimiz zaman, istediğimiz kadar, istediğimiz şekilde hareket edemediğimiz için mi? Yani aslında karşımızdakinin ne yapabildiğinden çok bizim ne yapamadığımız mıdır bizim kendimiz dışındakilerin özgür olup olmadığının kararını vermemizi sağlayan düşünce? Bilmem belki öyledir. Ama öyleyse eğer, bu durumda insan kendi hareket alanı içinde kalan canlıların özgürlüğünü kısıtladığını kabul mü etmiş oluyor? Yani kendi hareket alanımız içinde kalan diğer canlılar için bir hapishane ortamı mı yaratmış oluyoruz?

Özgürlük, hürriyet ve erkinlik kelimeleriyle eş anlamda kullanılabiliyor. Hürriyet, hür olma durumu yani istediğini istediği zaman istediği kadar yapabilme durumu, herhangi bir şarta veya kısıtlamaya bağlı olmamak. Diğer yandan kökü erk yani güç olan erkinlik kelimesinin özgürlükle bir olması ne büyük trajedi. Güçlü olmadan özgür de değilsin diyebilir miyiz? Bu bağlamda hangi gücüyle özgürlüğü temsil ediyor acaba kuşlar?

Bu soruyu sorduğum bir arkadaşım, uçabildikleri için özgürlük kuş gibidir dedi. Sonra konuşurken sineklerin de uçabildiğini ama sinekleri özgürlükle ilişkilendirmediğimizi de konuştuk. Bir sineğin özgürlüğü, çabuk bir el hareketi kadar. Yani acaba konu ilk söylediğimden hareketle, aslında onların ne yapabildiklerinden çok bizim onlara ne kadar müdahale edebildiğimizle mi ilgili? Bilmem belki öyledir. Belki de değildir bakalım bakalım. Uçmak, eski Türkçe’de cennet yerine de kullanılan bir kelimeymiş yine bu sohbette öğrendim. Her şeyin istenildiği zaman, istenildiği kadar yapılabileceğine inanılan cennet. Acaba özgürlüğü hem cennetle hem de kuşlarla bağdaştırmamızın nedeni uçmak mıydı? Fiyuuuvv ne dolaylı aktarma. Bir benzetme yaparken bu kadar derin düşünülüyor mu emin değilim. Belki de düşünüyordu eskiden insanlar kim bilir.

Bu yazıyı okuyanlar yapacak hiç işin kalmadı kuşların neden özgür olduğunu düşündüğümüzü mü sorguluyorsun, bu kadar mı işsiz Aykut diyebilir. Demeyenler de şu cümleyi okuduktan sonra evet ya ben ne okudum diyebilir 😊 Aslında ne işsizim ne de kafayı çizdim 😊 Sadece sakin bir Cumartesi akşamı aktivitesi. Hayır tabiki, kuşlar değil aktivite: Soru sormak. Bu ve başka bir sürü soru. Bu soruların cevabını bilmiyorum, bilmekle de çok ilgilenmiyorum. Sormak ve sorduğuna yanıt aramak. Bu yolculuk, cevaptan daha güzel ve keyifli ve anlamlı. Soru sormak, sorduğun soruya yanıt bulmaya çalışırken aklına gelenler, zihninde canlananlar var ya işte o yolculuk. Merak etmek, soru sormak insanı hayatın içinde diri tutan en basit ama en etkili yöntemlerden biri. Deneyin bakalım sizde de aynı duyguları uyandıracak mı? 

Girişimcinin İngiliz Anahtarı: Müşteri Sunumu

Bir startup için en önemli ama en zor iş müşteri edinmek. Bu zorluğun içinde belki de en sancılı süreç erken aşama girişimler için ilk müşteriyi bulmak. Kurumsal şirketlerin son dönemde yoğunlaşan açık inovasyon çalışmaları, startupların erken aşamada kurumsal firmalarla iş yapabilmeleri için önemli bir fırsat. Kurumsal firmalar, startup iş birliklerinde farklı program ve yöntemler uygulayabiliyorlar. Hızlandırma ve kuluçka programları yürütme, kurumsal yatırım şirketleri kurarak veya var olan fonlara katılarak startuplara yatırım yapma en sık uygulanan yöntemler. Son dönemde yaygınlaştığını gördüğümüz bir diğer yöntem de startup ürünlerini önce PoC ile deneyip ardından satın alma süreci işletmek. Bunu yapan şirketler genelde teknolojik dönüşümlerini gerçekleştirmeyi, teknik alt yapılarını güçlendirmeyi amaçlıyorlar. Bu kapsamda kurumsal şirketlerin ve startupların çok sayıda tanışma toplantısı düzenlediği ve bilgilendirme sunumlarıyla bir araya geldiğini görüyoruz. Bu sunumların başarılı geçmesi ve toplantı bitiminde her iki tarafın da zaman kaybı hissine kapılmaması için dikkat edilmesi gereken önemli hususlar var. Ama ne yazık ki sıklıkla karşılaştığımız ve tekrar eden sorunlu alanlar olduğu için gözlemlerimi bu yazıda toparlamak istedim.

Bu yazı genel olarak etkili sunum yapma önerileri değil, spesifik olarak ürün satma ve birlikte iş geliştirme amacıyla startupların kurumsal şirketlere yaptıkları tanışma toplantılarında dikkat etmeleri gereken hususlara dikkat çekmek için yazılmıştır diyebiliriz.   

  1. Sunum planları çok iyi yapılmalı. Sunum tecrübesi yüksek olan girişimcilerde bile sık karşılaştığımız sorunlu bir alan zaman yönetimi. Sunum süresinin yarısını şirket tarihini anlatmakla, geçmiş projeleri açıklamaya çalışmakla, uzun uzadıya farklı ürünlerle ilgili bilgiler vermekle ve eski müşterilerle yaşanan tecrübelerden bahsetmekle harcamamaya dikkat edin.   
  2. Sunum yapan kişi doğru seçilmeli. Toplantı öncesinde karşı taraftan toplantıya kimlerin katılacağını ve sunumdan beklentilerini öğrenip sunum yapacak kişiyi ona göre belirlemekte fayda var. Sunumda ürünün detaylı teknik özellikleri görüşülecekse sunumu ekibin teknik sorumlusunun yapması veya sunumda hazır olması gerekir. Ama ilk tanışma toplantısı ise iletişim becerisi yüksek, ürün/pazar/müşteri/değer önerisi/rekabet konularını iyi anlamış ve iyi aktarabilen kişilerin yapması devam görüşmelerin yapılması için önemli bir nokta. Çok iyi bir ürüne sahip olabilirsiniz ama bunu karşınızdakilere aktaramıyorsanız ne yazık ki başarısızlık ihtimali yükseliyor. Hem yatırımcıların hem de müşterilerin en önem verdiği konulardan biri olan tecrübeli ve motivasyonu yüksek ekip, startup başarısı için en önemli unsur.
  3. Teknik tabanlı kişilerin yaptıkları sunumlarda sıklıkla karşılaştığımız sorunlardan biri de pazar, rekabet, iş modeli gibi konulara hakim olmamaları. Hatta daha sorunlu bir durum da bu konuları önemsememeleri ve bazılarının bunu bir meziyet gibi dile getirmeleri. Akademik girişimlerde sıklıkla karşılaştığımız bir durum bu. Karşınızdakinin sizin potansiyel müşteriniz olduğunu unutmadan ve onu kazanmak için hitap ettiğiniz sektörün dinamiklerini, yasal zorunlulukları, belgelendirme/sertifikasyon/onay süreçlerini bilmeniz gerekir. Aksi taktirde dinleyenin ilgisini çekmek imkansıza yakın.
  4. Teknik konulardan bahsederken, bir tez sunumu yapar gibi teori ve literatüre boğulmamaya ya da bir ön kuluçka girişimcisi gibi çok yüzeysel ve soyut bırakmamaya dikkat edilmelidir.
  5. Sunum yaptığınız firma ile ilgili bilgi sahibi olmak, ihtiyaç ve sorunlarını önden tespit veya tahmin edip, kendi ürününüzün ilgili şirkette nasıl ve nerede kullanılabileceğini açıklamanız beklenir. Ürününüzün kullanılması durumunda firmaya kazandırabileceği avantajları açıklamak yine dinleyenlerin duymak istedikleri konulardan biridir. Sunumlarda bu konuya yer vermek sonuç alma ihtimalini arttırır ve karşı taraftan yanıt alma sürenize olumlu etki eder.
  6. Kişisel ilginiz, hobileriniz, maceralarınız, hevesleriniz, sunum konusu dışındaki düşünceleriniz zamanınızı boşa harcamanıza sebep olur, konu dışına çok çıkmamaya dikkat etmeniz beklenir.
  7. Anlatımızdaki heyecan, tutku ve motivasyon dinleyenlerin ürüne olan ilgisini en yüksek seviyede tutacaktır. Sunum performansı düşük kişilerin, sunumda düşük ses ve motivasyonla konuşanların ve sürekli ıııı’layan kişilerin olumlu geri dönüş alma ihtimalini yine azalmaktadır.

Yukarıda özet şeklinde sıraladığım ve en çok öne çıktığını düşündüğüm hususlar, elbette olmazsa olmaz değil, başarının 10 altın kuralı değil, 5 adımda sözleşmeye giden yol değil. Benim bugüne kadar dinlediğim girişimci sunumlarından en öne çıktığını düşündüğüm sorunlara ait gözlemlerim. Bu yazıyla amacım ve iddiam, okuyan startuplara kesin müşteri kazandırmak değil yaptıkları sunumlarla müşteri kazanabilme ihtimallerini arttırmak veya müşteri kaybetme olasılıklarını en aza indirmek.  Umarım faydalı olur 😊

Bir Yol(culuk) Hikayesi

29 Aralık 2019 saat 17.00 suları İzmir-Ankara karayolu, Nilüfer turizmin 15 numaralı koltuğu. 15 bu yolculukta sadece koltuk numarası değil benim için. Aynı zamanda bagaja yerleştirilen parça sayısı. 12 yıldır yaşadığım İzmir’den taşınmak kolay olmuyor. Bir tahta valizle şehrin büyük meydanına çıkılan Gar kapıları kalmadı artık. “Sen mi büyüksün ben mi!” meydan okuması yapılacak yılları çoktan geçtik. Bir yerden bir yere taşınmalar artık onlarca valizle..Sıradan, renksiz.

15 numaralı koltuk cam kenarı normalde ama 14 numarada oturan amca ısrarla 14’ün cam kenarı olduğunu söyledi, kırmadım onu tabi, cam kenarına oturdu amca. Pencere kenarı Amca; hani telefonu çalınca kendi telefonu mu değil mi anlamayan, sonra birinin uyarmasıyla heyecanla telefonunu eline alan ama açmaya yetişemeyen amcalar var ya işte o amcalardan. Mandalina ikram ettim istemedi, midesini yakıyormuş asitli yiyecekler. Normalde bu tip amcalar ikramı geri çevirmez, en bilindik özellikleridir mideye düşkünlük telefonu açmaya yetişemeyen amcaların. Ama bu öyle değildi. Ya gerçekten sıkıntılı bir midesi var ya da utangaç yetiştirilen çocuklardandı. Hani bir akrabasının evine gitse ev ahali yemek yerken, hadi buyur etseler çocuğu “yok ben tokum” diyen ya da “karnım ağrıyor, yemeyeyim” diyen çocuklardan. Aslında karnı ağrımıyordur ya da tok da olsa o yemeği yiyemeyecek kadar değildir. Hatta canı bile ister inceden inceye ama yemeyeceğim demiştir bir defa geri adım atmaz, atamaz, belki çok ısrar edilirse.. Neden böyle davranırlar bilmiyorum ama bu çocuklar kadife yüreklidir, kolay incinir, zor değişir. 60’ını da geçse, mesela kokusu çıka çıka soyulan, ikiye bölünüp uzatılan mandalinayı bahanelerle geri çevirebilirler. Böyle bir yol arkadaşın varsa anca bir Çağan Irmak filmiyle tamamlanır eksik kalan parça, kadife yürekli film kahramlarının olduğu. Acıtasyonun olmadığı ama iki damla gözyaşının da eksik kalmadığı. Hani o damlaların çizdiği yol daha dudak çukuruna gelmeden bu sefer gülmeli bir sahneyle incelir, çizgi olur gözler. Yaşlı gözlerle gülmeye çalışınca ekran buğulanır, bulanık olur ekran/perde göremezsin. Bir yandan burnunu çekerken diğer yandan gözündeki yaşı silersin kolunla, sonra da burnunu tabi. İşte o filmlerin atası, “Çağan Irmak filmleri diye bir şey var” dedirten geleneğin ilk kurşunu Babam ve Oğlum. O kadar ses getirdi o kadar konuşuldu o kadar övgü aldı ki film, yıllardır anlamsız bir antipatiyle filmi izlememek için her seferinde kanal değiştirdim, her film akşamında başka filmler seçtim. Sahi nedendir bu popülere karşı duyulan antipati? Birileri bir filmi çok sever, bir mekana çok gider, bir kadını/erkeği çok beğenir, bir şarkıyı çok dinlerse ondan uzaklaşıp başka daha az bilinenlere yönelme isteği? Kendine has, kendine özel olsun isteği mi, popülerlik etkisiyle tüketim toplumuna gösterilmek istenen tepki mi? Neden bilmiyorum ama inkar edilemeyecek bir çoğunluk bu duyguya sahip ve hayatlarımızı işgal ediyor bu duygu. Aslında bu duygunun insana yaptırdıklarının, tüketimi nasıl da körüklediği çok acıklı bir paradoks değil mi? Ama bu yazının konusu değil bu. Bu düşüncelerin arasında başladım yıllardır izlemeyi ertelediğim filme. Elimde yarım Karaburun mandalinası; kalın kabuklu, bol çekirdekli ama bal gibi tatlı. Saat gece 04.00’ten biraz ilerde gün artık 30 Aralık. 2020’ye saatler kalmış Babam ve Oğlum’un son sahneleri, damlalar çizerken yanaktan yolunu, daha dudak çukuruna gelmeden gülmeli bir sahneyle inceldi gözler, çizgi oldu. Yaşlı gözlerle gülmeye çalışınca ekran buğulandı, bulanık oldu. Bir yandan burnumu çekerken diğer yandan gözümdeki yaşı sildim kolumla, sonra da burnumu tabi. Tam o esnada bir söz küçük Deniz’den tokat gibi: “İnsan büyüyünce hayalleri küçülür mü?”

Kadife yürekli insanlar iyi ki var, kadiye yürekli insanların filmlerini çeken Çağan Irmak da.

https://www.youtube.com/watch?v=9LIjMRcjW_Y

Her’şeyin Başı Su

“Herşeyin başı su, felsefenin de.” 

En sevdiğim Türk filmlerinden biri olan Kaybedenler Kulübü’nden bir alıntı olsun istedim ilk yazımın ilk sözü.

İlkler zordur ama bir o kadar da özel. İlk nefes, ilk adım, ilk kelime, ilk cümle, ilk aşk, ilk acı, ilk söz, ilk öpücük, ilk ayrılık, ilk kaybediş, ilk sınav, ilk zafer, ilk terk ediş, ilk terk ediliş. Durumun, duygunun, olayın ne olduğundan, nasıl olduğundan bağımsız, ilkler özeldir. Özel olduğu kadar da zor. Yani o şeyin ilk olacağını bildiğin için ilk adımı atmasıdır zor olan belki de. Neye attığını bilmezsin o adımı, neye sebep olacağını ya da neye sebep olmaktan seni alıkoyacağını. Belki de ilkleri özel yapan budur, bilinmezliğe atılan adım. Belki elin yanacak, belki gözün çıkacak, belki canından can gidecek, belki ruhuna kan gelecek ama o adımı atmadan bilemezsin kendinden ne vereceğini, neyi verirken aslında neleri kazanacağını. Belki iyi ki yapmışım diyeceksin o adımı attıktan sonra, belki keşke yapmasaydım. Belki de sadece yapmış olmak için yapacaksın, sonrasında hiçbir his kaplamadan içini. Keşke ve belkilerimizin bileşkesi değil mi hayat zaten? Ne demişti şair: “Aslında gelmişti keşke ve belki diye başlayan cümlelerimizin sayısından altı sıfır atma zamanı. Ama keşke sen, hatta belki de ben”

Yıllardır yapmak istediklerim listesinde yer alan, aykuthocaoglu.com alan adını yıllar yılı yenileyip bir türlü blog yazmaya başlayamadığım kişisel web sitemin, o özel ama zor olan ilk adımını bu yazıyla atmış bulundum. Zoru zor yapan bir diğer neden de gazeteci bir babanın oğlu, edebiyat öğretmeni bir ablanın kardeşi olarak yazmaya çalışmak. Bakalım 3 gün uğraşıp birkaç acemi deneme yazısı yazıp sıkılacağım bir yer mi olacak yoksa yıllar geçtikçe biriken bir akıl kutusu, bir hatıra ya da hatırlama defteri mi?

Sonunun nereye varacağını bilmeden sadece yapmak istediğin için birşeyleri denemeye başlamak çok heyecan verici değil mi, hayatın küçük bir özeti sanki! Yeni bir dil öğrenmek, işinden istifa etmek, yüzerek boğazı geçmek, kırkından sonra dans etmek mesela, herşeyin sonu sandığın okulu bırakma kararı alabilmek, birine seni seviyorum demek, birine seni sevmiyorum diyebilmek, sokaklarda şarkı söylemek, otostopla şehir şehir dolaşmak ya da bisikletle Dünya’yı gezmek. Başkaldırmak olmazlara, önyargılara, yaşanmışlıklara, korkulara, en başta da kendine. Hepsi bir adımla başlıyor ya da bir adımla bitiyor. Ama o adımı atmadan ne başlıyor ne de bitiyor.

O zaman sonu bilinmez yolculuklarımıza kaldıralım kadehleri, fonda Mark Eliyahu Journey.

NOT: Bu sitenin yapımında destek olan Berkhan Ağar ve Emrecan Durmaz kardeşlerime özel olarak teşekkür ederim. İkisi de “Ee hadi kaldıralım artık şu siteyi ayağa” diye yaptığım tüm darlamalara yıllardır sabırla karşılık verdiler. Yıllardır diyorum çünkü gerçekten yıllar oldu, doların 2,70’lerde dolaştığı zamanlara dayanıyor alan adını ilk alışım. Hey heeey..